DUYGULAR ATLASI

 

SEVGİ

 

“İnsan sevgisi tek başına, dünyaya dair bir umudun olmadığı iddiasına karşı duran mucizevi bir kanıttır. Sonunda her şey, insanın kendi varlığında güvenebileceği tek basit unsura indirgenebilir: sevme kapasitesi.”

Andrei Tarkovsky

 

İnsanın iç dünyasını şekillendiren, dış dünya ile ilişkisini belirleyen en önemli duygulardan birisi sevgidir. Duygular evrenindeki iki ana kutuptan birisidir. Ötekine sonra değineceğiz.

Kimi severiz, neden severiz, nasıl severiz?

Bu soruların yanıtları iç dünyamızın dehlizlerinde gizlidir, bulabilmek için geçmişimizin katmanlarına doğru yol almamız gerekir.

Kimi severiz?

Bazen bir yüzü, bazen bir bakışı, bazen bir dokunuşu, çoğu zaman da bir hayalin gizemini severiz. Ancak bu hayalin parçaları nadiren kusursuz biçimde bir araya gelir.

Önce, kaygılı ve muhtaç bir halde hayata tutunmaya çalışırız. Açlığı, doymayı ve yatışmayı hissederiz. Bedenimizin parçalarını, kendi bedenimize ait olduğunu pek de anlamadan fark ederiz. Sonra etrafımızdaki diğer nesneleri, sesleri, kokuları, renkleri de algılamaya başlarız. En yakınımızda öyle biri vardır ki, anlamı her şeyden başkadır. Sınırsız bir sevgiyle ruhumuzu sarıp sarmalar. İhtiyaç duyduğumuz her an sabırla yanımızdadır. Uyanacağımızı bizden önce hisseder, şefkatle gülümseyerek bizi kucaklar. Derin bir kavrayışla her tür sıkıntımızı anlar. Bizi besler, temizler. Huzursuz hissettiğimizde bizi yatıştırır. Kaygı içinde geldiğimiz bu dünyaya bizi güven duygusuyla hazırlar.

Bir arada huzurlu ve mutlu hissederiz. Bizi öylesine sever ki, kendimizi sevilmeye lâyık hissederiz. Önce kendimizi, sonra bize sevilmeyi ve sevmeyi öğreten bu kişiyi severiz. Bu kişi annedir. (Bu, senaryonun mutlu hali, mutsuz versiyonu da sonra değinmek kaydıyla şimdilik geçiyoruz.)

Sonra, hem bizi hem de anneyi seven başka birini daha fark ederiz. Bu kişi babadır. Anne de babaya sevgiyle bakar, bu bakışta bize yönelik olandan farklı bir anlam olduğunu hissederiz. Baba da bizi çok sever, onun sevgisinde dış dünyanın katı gerçekliğine bizi hazırlayan bir unsur da vardır. Bu sayede hem anneyi seven babanın varlığına alışır, hem de başka zorluklara karşı daha donanımlı oluruz. Anne bizi içeriye doğru geliştirirken, baba bizi dışarıya doğru cesaretlendirir. Giderek babayı da sevmeye ve onunla geçirdiğimiz vakitlerden keyif almaya başlarız.

Zaman içinde, anne ile baba arasındaki sevgiyi ve yakınlığı merak etmeye başlarız. Bir yandan arada babanın varlığından rahatsız olurken, bir yandan da babanın olmadığı bir dünyada anne ile birlikte olabilme düşlemlerine kapılırız. (Bu durum bir erkek çocuğu açısından ele alınmıştır. Kız çocuğu için durum ‘doğal olarak’ daha karmaşıktır. Bu da bir başka yazının konusu olabilir.) Bu kafa karıştırıcı süreç sancılı olsa da genellikle uzun sürmez. Bir süre sonra, baba gibi birisi olursak ileride anne gibi birisiyle birlikte olabileceğimiz düşüncesi zihnimizde belirginleşir. Ama bu, bazı açılardan yanıltıcı bir düşüncedir. Birincisi, anne bizi doğduğumuz andan itibaren, sadece kendimiz olduğumuz için çok özel bir biçimde sevmiştir, hep sevecektir ve bu durumun baba ile bir bağlantısı yoktur. İkincisi, baba ileride anne ile birlikte olmayacağımızdan emindir ve bizi o da çok sevmektedir. Üçüncüsü, ileride anneye benzemeyen birisiyle de birlikte olma ihtimalimiz bulunduğu için babaya benzeme zorunluluğumuz yoktur. Son olarak, bu üç kişi birbirlerini farklı biçimlerde çok sevmektedir ve bu sevgi için rekabete girmeye gerek yoktur.

Büyüdükçe, sevginin verdiği güven duygusuyla dış dünyayı keşfederken, orada içimizde farklı heyecanlar oluşturan başka kişileri fark ederiz. Bu kişilerden bazılarına karşı özel bir çekim hissederiz. Yapılan bazı çalışmalar, bir kişi ile karşılaştığımız ilk 10 saniye içinde ona yönelik bir duygusal sonuca vardığımızı, o kişi ile yakınlaşmayı isteyip istemediğimizi anladığımızı göstermiştir. Bu durumun hem biyolojik hem de psikolojik sebepleri olabilir. (Ana eksenden ayrılamamak için, detayına burada girmeyeceğiz.) Karşılaştığımız pek çok kişi arasından, özel bulduğumuz birisine sezgisel bir ilgi ve yakınlık duyarız. Onu severiz. Daha önceden sevmiş olduğumuz şekilde severiz, zira sevgi çoğunlukla bir tür anımsama şeklinde yaşanır.

Neden severiz?

Her birimizin içinde, kendimize ve dünyaya ilişkin umutlarımızı canlı tutan bir sevme potansiyeli vardır. Bu sevgi içimize, adeta yaşam enerjisi veren bir cevher gibi yerleştirilmiştir. Anlamlı bir hayat, bu cevheri işlemekle mümkün olabilecektir. Belki bu yüzden, sevmeye yazgılı olduğumuz için severiz. Sevmek sadece bize değil, sevdiklerimize de umut veren görünmez bir sığınaktır. Böylelikle, umutsuzluğun sağanaklarından hep birlikte korunabiliriz.

Bazen bir teselli olsun diye, bazen bir telafi olsun diye severiz. Bazen kurtarmak, bazen kurtarılmak için severiz. Kimi zaman yatışmak, kimi zaman yatıştırılmak için severiz. Bir diğerini iyileştirme çabamız, kendimizi iyileştirme isteğimizle bir arada bulunur. Genellikle de neden sevdiğimizi bilemeden severiz. Sonunda aradığımız çoğunlukla huzurdur.

Nasıl severiz?

İçimizde bulunan sevme potansiyeli, bizi sevenlerin duygusal dokunuşlarıyla biçimlenir. Elmas, ancak bir başka elmas ile yontularak pırlantaya dönüştürülür. Sevildiğimiz biçimde severiz. Sevilmediğimiz ölçüde sevilmek isteriz. Çoğu zaman da uçlar arasında salınırız.

Güvenilir ve doyurucu biçimde sevilmişsek, kendimizi sevme aşamasından bir başkasını, başkalarını, hatta insanlığı sevme aşamasına geçebiliriz. Böylece sevginin güvenli limanında sükûnet içinde olgunlaşırız. Eksik ve huzursuz biçimde sevilmişsek, kendimizi sevme aşamasında duraklayabiliriz. Yalnızca kendimizi sevmeye devam eder, aslında kendimizi de bir başkasını sevdiğimiz kadar kötü severiz. Bazen aşırı sevilme arzusu ile sevdiklerimizi bunaltabilir, onlarda var olan sevgiyi köreltiriz. Bazen bizi sevme potansiyeli olanlara nedensiz bir öfke duyarak onlardan uzaklaşabilir, sevilmenin kıyısından döneriz. Bazen de ısrarla bizi sevmeyenlere yönelebilir, bir telafi arzusu içinde onları dönüştürerek bizi sevebileceklerine inanırız.  Her üç durumun da sonu çoğunlukla hüsrandır.

Geçmişimizin imgeleri, bugünümüzün kılavuzları olarak yolculuğumuza yön verir. Zorlu yamaçları ihtiyaç duyduğumuzda uzanan bir elin desteğiyle aşabildiysek, yolumuza sağlam adımlarla devam ederiz. Güç koşullarda ilerleyebilmenin verdiği güven, bize daha uzak hedeflere ulaşabilme cesareti verir. Soğuk ve karanlık sokaklarda tökezleyerek yol aldıysak, yolumuza kırgın ve güvensiz bir biçimde devam ederiz. Güvensizliğin yarattığı korku ve yatıştırılma ihtiyacı, bizi içinden çıkamayacağımız bir girdaba doğru sürükleyebilir.

 

***

İç dünyamızın dehlizlerine doğru yapacağımız yolculuk başlangıçta tedirgin edici gelebilir. Ancak biraz cesaret ve merak duygusuyla yol alabilirsek, yoldaki işaretleri güvenilir kılavuzlara dönüştürebilirsek, labirentlerden çıkmayı öğrenebilirsek, ulaşacağımız menzil kendimize, insanlığa ve dünyaya dair umutlarımızı güçlendirecek bir sevgiyi yeşertebilir.