VAR OLMA KILAVUZU

 

DÜNYA, GERÇEKTEN DE YALAN MI?

 

“Var olma kılavuzu” şeklinde iddialı bir başlık koymak işin kolay tarafı. Zor olan, böyle bir kılavuzu yazmaya kalkışmak. Ama ‘başlamak bitirmenin yarısıdır’ diye bir söz var ya, o söze inanmayın. Bakalım gerisi nasıl gelecek…

 

‘Yalan dünya’ tanımlaması dilimize, sanırım Neşet Ertaş usta sayesinde yerleşmiş bir ifade. Usta, aslında ‘yalan dünyada’ şeklinde ifade etmiş, ancak söyleniş kolaylığından olsa gerek, ‘yalan dünya’ biçiminde zihinlerde kalmış.

                       

                        “Ah, yalan dünyada, yalan dünyada

                         Yalandan yüzüme gülen dünyada 

      

Başka dillerde de benzer ifadelere rastlamak mümkün: İngilizcede ‘false world’, Almancada ‘falsche welt’, Fransızcada ‘faux monde’ şeklinde geçiyor. Muhtemelen, Çin ve Hint dillerinde de bir karşılığı vardır. Bütün bu dillerdeki karşılığı daha çok ‘sahte’ anlamına gelse de kavramsal olarak ‘yalan’ ifadesiyle benzer anlamlar içeriyor.

        

Peki, neredeyse bütün dillere yerleşmiş ve belli ki o kültürlerde bir karşılığı olan bu ifade ne anlama geliyor, insanlar dünyayı neden yalan ve sahte buluyor? Yalan veya sahte bir dünyada bulunuyorsak, bir de ‘gerçek, asıl olan, uydurma olmayan’ bir dünya var mı, var ise nerede ve nasıl bir dünya? Bütün bunlara biraz daha yakından bakalım:

 

Maya inanışına göre, dünyanın bir ‘illüzyon’ olduğu söylenir. Gerçektir, ama asıl halini bizden gizler. Öteden beri, gerçekliğin bir illüzyon olduğuna ilişkin kapsamlı felsefi ve bilimsel görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan birisi de simülasyon argümanı dır. Buna göre, gerçeklik bir simülasyondur ve bu simülasyonun içinde olanlar bunun bir simülasyon olduğunun farkında değildirler.

        

Dünya hayatının bir tür simülasyon olabileceği düşüncesi, çok sayıda felsefi metne, edebiyat eserlerine ve sinemaya konu olmuştur. Sinema alanındaki en çarpıcı örneklerinden birisi ‘Matrix’ filmidir. Filmin distopik atmosferinde, gelecek bir zaman diliminde insanlarla yapay zekâlı makinalar arasında çıkan bir savaş sonucunda insanlar yenik düşmüştür. Filmin ana karakteri olan Neo bir bilgisayar programcısıdır. Hayatta kalabilmiş direnişçilerin lideri olan Morpheus ‘seçilmiş kişi’ olduğuna inandığı Neo’ya ulaşır. Ona, yaşadığı dünyanın gerçek olmadığını, adı ‘matrix’ olan kurgusal bir simülasyon programında ‘yaşıyormuş gibi hissettiğini’ anlatır. Morpheus Neo’ya bir teklifte bulunur. Elinde iki hap vardır: kırmızı ve mavi. Kırmızı hapı tercih ederse, gerçek dünyaya ulaşabilecek ve zorlu bir mücadeleye girişecektir. Mavi hap ise, onu halen bulunduğu konforlu simülasyon ortamında tutacaktır. Evet, tahminleriniz doğru: Neo kırmızı hapı tercih eder.

 

Descartes’in ifadesiyle, “eğer rüyalarımızın farkında değilsek, şu anda da farkında olmadığımız bir rüyada olabilir miyiz?” Çinli bilge Zhuangzi, rüyasında bir kelebek olduğunu görür. Mutlu bir şekilde oradan oraya kanat çırpmaktadır. Bir anda rüyadan uyanır. Fakat kim olduğundan emin değildir: ‘Acaba rüyasında kelebek olduğunu gören Zhuangzi midir, yoksa Zhuangzi olduğunu rüyasında gören bir kelebek mi?’

 

Bu noktada, Platon’un mağara alegorisi ni de hatırlayabiliriz: bazı insanlar bir mağarada sırtlarından bir duvara zincirlerle bağlanmışlardır. Sadece arkalarındaki ışık kaynağından gelen ışıkla karşılarındaki duvarda oluşan bazı nesnelerin gölgelerini görmekte, bunları gerçeklik olarak algılamakta ve hayatlarını böylece geçirmektedirler. Bir gün bu insanlardan birisi zincirlerinden kurtularak mağaradan dışarı çıkar, dışarıda yeni bir gerçeklikle karşılaşır ve içeride gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığını fark eder. Bunu mağaradaki arkadaşlarıyla paylaşmak üzere mağaraya geri döndüğünde, oradakileri dışarıda farklı bir gerçeklik olduğuna bir türlü ikna edemez.

 

İkna olmakta zorlanırız, çünkü ölüm gerçeği fark edildiği andan itibaren olanca ağırlığıyla hayatlarımızı doldurur. Bu gerçekle yüzleşmek hiç kolay değildir. Güneşin ve ölümün yüzüne doğrudan bakamayız. Sonsuz bir yaşam tasavvuru işte bu noktada devreye girer. Bu dünyanın yalan olduğu, ölümden sonra farklı bir boyutta hayatın devam edeceği inancı hepimizi rahatlatır.

 

Heidegger, insanın varoluşun ortasına öylece fırlatılmış olduğunu ifade etmiştir. Böylece, kendi varlığını oluşturma özgürlüğüne de zorunlu olarak bırakılmıştır. İnsan ölüme yazgılıdır. Irvin Yalom’a göre hayat ve ölüm birbirine bağımlıdır, aynı anda vardır. Ölüm, hayatın perdesi ardında sürekli olarak sesini duyurmakta ve yaşantımız üzerinde büyük bir etkide bulunmaktadır. Hayat enerjisinin önemli bir bölümü ölümün inkârı için harcanır. Ölüm kaygısı hayat tatminiyle ters orantılıdır.

 

Kutsal kitabımızda dünya hayatı; ‘oyundan, eğlenceden, süs ve gösterişten, birbirimize karşı övünmeden, daha çok mal, mülk ve evlat sahibi olma hırsından ibaret bir durum’ olarak tanımlanmış, ‘dünyadaki fani hayatın aldatıcı bir hazdan başka bir şey olmadığı’ vurgulanmıştır. Ahiret ise, ‘asıl hayatın yaşanacağı, ebedi olarak durulacak bir yer’ olarak tarif edilmiştir.

 

Antik Mısır inancında, ölümden sonra dirilme ve yeni bir yaşama uyanma temel kabullerden biridir. Diğer kutsal metinlerde de, ölümden sonra hayatın devam ettiği düşüncesi vardır. Hinduizm’de hayat, yeniden doğum döngüleriyle devam eder. Budizm’de ise Nirvana’ya ulaşmak hedeflenir.

 

İçinde yaşadığımız dünya, bize ‘yalan, sahte veya rüya’ gibi görünebilir. Böyle bir durumda önümüzde birkaç seçenek vardır: Ya soluduğumuz havanın, yediğimiz ekmeğin, kokladığımız çiçeğin sahiciliğinden şüpheye kapılıp, bunların ötesinde bir ‘gerçeklik’ olduğuna inanır ve bu gerçeğin peşine düşebiliriz. Veya bütün bir hayatımızı, bir sahte gerçeklik içinde yaşadığımızı fark etmeden geçirebiliriz. Ya da yaşadığımız dünyanın gerçekliğinden şüphe duymadan anlamlı ve tatminkâr bir hayat sürdürmeyi hedefler, aynı zamanda bir başka gerçeklik olduğunun ayırdına varıp, kendimizi ölüme ve sonrasına hazırlamaya çalışabiliriz.

 

 

Hayatımızda karşılaştığımız türlü seçenekler arasından özgür irademizle yapacağımız her tercih bizi farklı yerlere ve sonuçlara götürecektir. Kanaatimce insana yakışan, kırmızı hapı tercih ederek ‘var olma cesaretini’ göstermek ve hepimiz için gerçek ve anlamlı bir dünya inşa edebilmektir. Belki böylece; hayat uykusundan ölmeden önce uyanır, rüyasında kelebek olduğunu gören Zhuangzi olup kelebeğin rüyasına girebilir, orada varlığın ve yokluğun aynı şey olduğunu anlayabiliriz.